Kübist Sair Nâzım Hikmet
- Öykü Terzioğlu Özer
- 15 Oca 2018
- 11 dakikada okunur
* Aşağıdaki yazı sevgili dostumuz merhum Ayşegül Keskin Çolak anısına hazırlanan armağan kitabında yayımlanmıştır. Künyesi şöyledir:“Kübist Şair Nâzım Hikmet”. Tarih ve Edebiyat Yazıları (Ayşegül Keskin Çolak’a Armağan. Ankara: Kebikeç Yayınları, 2016. Yazının pdf'sine buradan ulaşılabilir.
Kübist Şair Nâzım Hikmet
Dilerim ki
kübist bir ressama fırça olsun kemikleri
Leonar da Vinçi’nin,
boyalı elleriyle sarılıp boğazıma
altın kaplama bir diş gibi ağzıma
bu mel’un tebessümü taktığı için...
“Jokond ile Sİ-YA-U”dan
Bu makalenin konusunu, Nazım Hikmet’in 1929 ile 1935 arasında kaleme aldığı anlatı şiirlerinde kübizmin etkisidir. Makalenin konusunun bu dönemle sınırlandırılmış olmasının nedeni, Nazım Hikmet şiirinin söz konusu döneminde kübist tekniklerin yoğun bir şekilde kullanılması, buna karşın şairin bu dönemde sadece fütürizmden etkilendiğine dair yerleşik ve sorgulanmayan bir kanı olmasıdır.
1. Nâzım Hikmet ve çağdaşlarının biçim arayışı

Yazın hayatı boyunca edebî temsil ve biçim meseleleri üzerine kafa yormuş ve bu doğrultuda da eserlerinde çok çeşitli biçim denemelerinde bulunmuş olan Nâzım Hikmet, Kemal Tahir’e gönderdiği mektuplardan birinde bu konu hakkında şunları yazmıştır: “Sultanî tembelliğim devam ediyor. Tembellik de değil. Düşünmediğim, yani üzerine durup sistemli bir surette düşünmediğim h[â]lde kafam edebiyatın, bilhassa şiirin şekle ait kıymetleri hakkında asabımı bozucu bir mesai yapıyor” (25).
Nâzım Hikmet, aynı mektubunda, özü gereği karmaşık olan gerçekliği yapıtlarına taşıyabilmek için sürekli bir arayışta olduğunu ve bu arayış esnasında bulduğu yeni edebî şekillerin hiçbir zaman bir son değil, aşılması gereken yeni birer “merhale” olduğunun altını çizmiştir: “Realiteyi daha yüksek, daha doğru, ona daha lâyık bir şekilde ifadeyi araştırıyorum. Buldum sanıyorum. Bu bir merhale oluyor benim için. Sonra yeni bir merhaleye ulaşmak...” (25).
Nâzım Hikmet şiirine damgasını vuran bu arayış, özellikle geç on dokuzuncu ve erken yirminci yüzyıllarda eserler kaleme alan öncü edebiyatçılara özgü bir arayıştır aslında. Zira Nâzım Hikmet’in de aralarında buldunduğu bu sanatçılar, akla gelebilecek düşünsel, bilimsel ve hayat pratiğine dair ne kadar paradigma varsa bunların domino etkisiyle birbiri ardına yıkıldığı, yeni bir yaşamsal ve düşünsel pratiğin oluştuğu bir döneme tanıklık etmişlerdir.

Bu dönemde neler olmamıştır ki? Newton fiziği aşılmış; Einstein’ın görecelilik kuramı bilim dünyasını sarsmış; Freud’un psikanaliz kuramı, özellikle de bilinçdışı kavramı temelinde, insanın kendi zihni üzerinde sahip olduğunu sandığı egemenlik sorgulanmaya başlanmış; kadınlar çalışma hayatına dâhil olmuş ve pek çok ülkede oy kullanmaya başlamışlardır. Aristokrasi hükmünü gittikçe güçlenen burjuvaziye devretmiş; kapitalizm, monopolilerle tanışarak yön değiştirmiş; alternatif ekonomik sistemler üzerine kuramlar oluşturularak bu sistemler hayata geçirilmiştir. Dünyayı sömürgeleştirme yarışı alıp başını yürümüş ve gerek bu yarış gerekse başka maddi menfaatlerin neden olduğu iki dünya savaşıyla dünyanın çehresi tümden değişmiştir. Bunların yanı sıra modern metropoller kurulmuş, elektrik, telefon, radyo, gazete gibi kitle iletişim araçları, otomobil, uçak gibi teknolojik buluşlar gündelik hayata girmiştir.
Değiş yerindeyse dünyada taşların yerinden oynadığı bu dönemin bütün öncü sanatçı ve edebiyatçıları, geçmişe ait olanın yerini hızla yeniliklere bıraktığı bu dönemde, yeni gerçekliği yeni biçimler yoluyla nasıl ifade edebilecekleri üzerine kafa yormuş ve yeni biçim denemelerinde bulunmuşlardır. Bu sayede bu dönem art arda yeni sanat akımlarının doğuşuna şahitlik etmiştir.
2. Kübizm ve Mona Lisa’nın hedef alınması

Bu akımlar arasında, fütürizm ve konstruktüvizm gibi, tabir caizse kardeş akımların öncüsü sayılan ve müziği, edebiyatı ve mimariyi yoğun bir şekilde etkilediği bilinen Paris merkezli kübist akım çok önemli ve ayrıcalıklı bir yer tutar. Gerek kübizmi, gerekse onun öncüsü olduğu diğer sanat akımlarını oluşturan ve benimseyen sanatçılar, geçmişte bıraktıkları dünyaya ait sanat anlayışıyla ve bu anlayışın ürünü olan eserlerle hesaplaşarak işe başlamışlardır. Bu hesaplaşmada temel referanslardan biri de Leonardo da Vinci’nin “La Gioconda” (namıdiğer Mona Lisa) adlı tablosudur.

John Lichfield’in The Independent adlı gazetede yayımlanan “The Moving of Mona Lisa” başlıklı makalesinde belirttiği gibi “Dünyanın en meşhur, en çok ziyaret edilen, hakkında en çok yazı kaleme alınan ve en çok parodileştirilen eseri” olan Mona Lisa, on dokuzuncu yüzyılın sonundan itibaren avantgard ressamlar tarafından hedef alınmaya başlamıştır. Dahası söz konusu ressamlar yeni sanat anlayışlarını âdeta bu reddiye üzerine kurmuşlardır: Zira sanat tarihinde bu ressamların reddettiği, sanatta bireysel deha, burjuva sanat algısı, yüksek sanat, yapıt içi birlik ve uyum gibi ilkeleri en iyi temsil eden örneklerden biridir Mona Lisa.

Özellikle kübistlerin “La Gioconda”yla hesaplaşmasının şiddeti, 1911 senesinde eserin Louvre’dan kaçırılmasının ardından gelişen olaylarla sabittir. Mona Lisa, 20 Ağustos 1911’de Louvre’dan çalındığında, Les Peintres Cubistes (Kübist Ressamlar) adlı kitabın yazarı olan ve kübizmin kuramcıları arasında sayılan şair Guillaume Apollinaire tutuklanmış ve suçlu olarak Pablo Picasso’ya işaret etmiştir. Söz konusu iki sanatçı bir süre sonra serbest bırakılmışlardır, ancak bu olay sanat tarihine kübizmin Rönesans sanatıyla olan kavgasını belgeleyen bir anektot olarak geçmiştir.

Nâzım Hikmet, bu olaydan 18 sene sonra, 1929’da yayımlanan “Jokond ile Sİ-YA-U” başlıklı anlatı şiirini bu olayı temel alarak kurgulamıştır. Jokond’un Louvre’dan kaçarak Çin’de devrimci mücadeleye katılmasının konu edildiği bu eserde, Mona Lisa’nın Louvre’dan kaçırılması olayı, kendisine Nâzım Hikmet olarak işaret eden kurmaca yazarın ağzından şu şekilde anıştırılır:
Leonardo nâm
nakkaşı dehrin
meşhur Jokondu
basmıştır kadem
rahı firâre. (78)
Daha sonra, Jokond’un yerine taklidinin koyulduğunu söyleyen anlatıcı-yazar, gerçek Jokond’un başına neler geldiğini belirtir:
İşbû risaleyî
tastir eden şair
çok şeyler biliyor
hakikî Jokondun
encamına dair” (78).
Nitekim, “Firar” bölümünde Nâzım Hikmet adlı anlatıcı-yazarın, Jokond’u Louvre’dan kaçıran kişi olduğu anlaşılır: Anlatıcı-yazar bu bölümde gece yarısı, uçakla Louvre’un damına inerek, beline sardığı ipi Jokond’un penceresine sarkıtıp onu nasıl kaçırdığını hikâye eder (94).

Okur-merkezli bir değerlendirmeyle denilebilir ki, bu şekilde, “La Gioconda”nın Louvre’dan çalınması olayına yapılan bir anıştırmayla başlayan metinde, olayın failleri olarak tutuklanan Picasso ve kübizmin kuramcılarından olan Apollinaire’in yerini kurmaca yazar Nâzım Hikmet alır. Bu şekilde Nâzım Hikmet kendini kübist akımın öncüleriyle aynı düzleme koymuştur.
Jokond’un ağzından Rönesans resminin ustalarından Leonardo da Vinci’yle Kübist ressamların karşı karşı getirilmesi bu düşünceyi desteklemektedir:
Dilerim ki
kübist bir ressama fırça olsun kemikleri
Leonar da Vinçi’nin,
boyalı elleriyle sarılıp boğazıma
altın kaplama bir diş gibi ağzıma
bu mel’un tebessümü taktığı için... (90)
Abidin Dino’nun Nâzım Üstüne adlı kitabında Türkçe edebiyatta “kübist” sözcüğünün ilk kez kendine yer bulduğunu belirttiği (396) bu dizeler Nâzım Hikmet’in sanat anlayışının ve biçimsel tercihlerinin şekillenmesinde kübizmin etkisinin dikkate alınmasını gerektiren temel bir ipucudur.
3. Nâzım Hikmet’in resimle, kübizmle ve Picasso’yla ilişkisi
Kendi de bir ressam olan ve özellikle cezaevinde kaldığı süre içerisinde İbrahim Balaban gibi önemli bir ressamın yetişmesine hizmet ettiği bilinen Nâzım Hikmet’in resim sanatıyla olan alakası üzerine çeşitli makaleler kaleme alınmış, çeşitli görüşler öne sürülmüştür. Ne var ki bu eleştirmenlerin neredeyse hepsi, özellikle de “Makineleşmek” şiirinden yola çıkılarak Nâzım Hikmet’in fütürizmden etkilendiği belirtilmişlerdir. Oysa gerek yukarıdaki dizeler, gerekse Nâzım Hikmet’in hayatının çeşitli noktalarında yolunun Picasso’yla kesiştiği dikkate alındığında, kübizmin onun sanat anlayışının şekillenmesinde en az fütürizm kadar belirleyici olduğu rahatlıkla görülebilir.

Nâzım Hikmet’in resim sanatıyla belki de ilk tanışıklığı, ailesinde bulunan pek çok ressamın yanı sıra Paris’te resim eğitimi alan ve ilk Türk kadın ressamlardan olan annesi Celile Hanım’ın etkisiyle gerçekleşmiş olsa gerektir. Radi Fiş’in bu konuyla ilgili aktardığı şu anektot, Nâzım Hikmet’in resme muhtemelen Celile Hanım’ın etkisiyle başladığını, ancak zaman içerisinde onun benimsediği geleneksel temsil anlayışından uzaklaşarak Cezanne ve Picasso gibi ressamların parçalı temsil anlayışını benimsediğini gösterir:

Şiirlerini sessizce dinleyen Celile Hanım, Nâzım’ın resimlerinde bir sürü hata buluyordu. Ya renk skalası kusurluydu ya resmin kendisi. [...] Resimlerinin annesini tatmin etmediğini hissedince, Nâzım misal olarak Cezanne’ı, Picasso’yu göstermeye başladı. Fakat Celile Hanım’ın kanaatine göre, onlar dünya hakkındaki düşüncelerini resimle ifade etmeye çalışırken, dünyayı tahrif ediyor, parçalıyor ve hakikate karşı geliyorlardı. (aktaran Sevgi Soylu Koyuncu, “Ressam Nazım Hikmet” 415)
Öte yandan Nâzım Hikmet’in Picasso’yla şahsi bir ilişkisi olduğu da bilinmektedir. Picasso, Nâzım Hikmet 1949 yılında açlık grevine başladığında ona destek veren Batılı sanatçılardan olmuş ve Nâzım bu süreçte yazdığı “Açlık Grevinin Beşinci Gününde” başlıklı şiirde ona atıfta şöyle bulunmuştur:

Kardeşlerim, ölmeye niyetim yok.
[....]
Aragon’un mısraında olacağım
gelecek güzel günleri anlatan her mısraında —
ve beyaz güvercininde Picasso’nun (945)
Nâzım Hikmet, Fransa’ya yaptığı bir ziyaret sırasında, daha sonra tanışma fırsatı da bulacağı ressama yazdığı mektupta ona olan saygısını şöyle ifade etmiştir: “Üstat, Fransa'ya geldim. Sizi görmeden dönersem, Fransa'ya gelmemiş gibi olacağım. Biz Türkler, 56 yaşında da olsak, sizin gibi büyüklerimizin ellerini öper, alnımıza koyarız. Mübarek ellerinizi öper, alnıma koyarım” (aktaran Mahmut Hamsici, “Nâzım Hikmet’ten Picasso’ya”).
Peki Picasso’nun ve Picasso’nun öncüsü olduğu kübist akımın, Nâzım Hikmet’in edebiyat anlayışının ve hayatı boyunca sürdürdüğü biçim arayışının şekillenmesindeki etkisi nedir? Ve Nâzım Hikmet’e “kübist şair” demek mümkün müdür?
4. Kübist şiir ve Nâzım Hikmet’in kullandığı kübist teknikler
“Kübist şiir”den söz edilip edilemeyeceği uzun tartışmaların konusu olmuştur. Ancak bu tartışmalarda genel kabul gören fikir, kübizmle eş zamanlı olarak kaleme alınan çok sayıda şiirin, “biçimci bir anlayıştan biçimlerin parçalanmasına doğru meylederek değiş[meye]” başlamış olduğudur (Jacqueline Vaught Brogan, Part of the Climate 6).
Kübist şiirden söz edilebileceğini iddia eden eleştirmenler, kübizm akımın iki safhasını teşkil eden “analitik kübizm” ve “sentetik kübizm”e özgü tekniklerle, özellikle yirminci yüzyılın ilk yarısında şiirde kullanılmaya başlanan teknikler arasındaki koşutluklar üzerinde dururlar.

Örneğin, Juliette R. Stapanian “analitik kübizm” safhasında, resimlerde temsil edilen nesnelerin biçimlerinin kırıldığını ifade ettikten sonra bu teknik ile serbest şiirde dizelerin ve sözcüklerin parçalara ayrılması arasında bir benzerlik olduğunu öne sürer (Mayakovsky’s Cubo-Futurist Vision 36). Benzer şekilde Jacqueline Vaught Brogan da, kübist şiirde temel kaygılardan birinin şiirin sayfadaki görselliği olduğunu belirterek, bu şiirde kıta, dize ve hatta sözcüklerin parçalara ayrılarak kırıldığına dikkat çeker (Part of the Climate 7).
Nâzım Hikmet’in şiirlerinde, serbest vezinle kaleme aldığı ilk şiirlerinden itibaren analitik kübizmin şiirsel karşılığını görmek mümkündür. Ne var ki bu etki, ilkin dolaylı bir yoldan gerçekleşmiştir: Nâzım Hikmet, Cenap Şahabettin’in ifadesiyle, bir kesim şair “aruz kraliyetini yıkmaya ve yerine bir hece cumhuriyeti tesis etmeye” çalışırken, bir kesim ise “aruz saltanatını müdafaa ederken,” bu iki son derece ideolojikleşmiş şiirsel biçimi kullanmak istememiştir (aktaran Nedim Gürsel 69). Şair Marksizmle tanışmasının ardından bu geleneksel biçimleri kendi şiirinde yeni bir biçimle ikame etmek istemiştir. Bu nedenle şiirde yeni bir biçim arayışına giren Nâzım Hikmet, bir Rus gazetesinde, Türkçe literatürde yaygın olarak fütürist olarak bilinmekle beraber esasen bir kübo-fütürist şair olarak tanımlanan Mayakovsky’ye ait olan bir şiirle karşılaşmış ve bu şiirden etkilenerek 1922 yılında “Açların Gözbebekleri”ni yazmıştır. Bu şiirde, dizeler bölünüp parçalanmış, alt alta hizalanmamış ve farklı punto ve koyuluklarda basılmıştır.

Kübizmin ilk aşaması olan analitik kübizmin mantığı, Nâzım Hikmet’in henüz bir poetikayla temellendirmediği bu yeni biçime içkindir. Şairin yazın hayatı boyunca kullanmaya devam edeceği bu biçim, analitik döneme ait kübist resimlerde olduğu gibi konu bütünlüğünün korunmasıyla beraber biçimin parçalandığı yeni bir sanat anlayışını net bir biçimde yansıtır. Nasıl ki analitik döneme ait kübist tablolarda, Mona Lisa’nın temsil ettiği bütüncüllük kırılmaya uğramışsa, Nâzım Hikmet’in şiirlerinde de, bu dönemden itibaren biçimsel kırılmalar gözlemlenmeye başlanmıştır.
“Açların Gözbebekleri” ve bu şiirin içinde yer aldığı 835 Satır başlıklı kitabın ardından yayımlanan “Jokond ile Sİ-YA-U”da, Nâzım Hikmet’in arayış döneminde tesadüfen karşılaşarak benimsediği bu biçimsel anlayış artık poetik bakımdan da temellendirilmiştir. Yukarıda alıntılanan, Leonardo da Vinci ve Picasso’nun karşı karşıya getirildiği dizeler bunun açık bir göstergesidir.
Ayrıca bu anlatı şiirde kübizme özgü biçimsel tercihlerin çeşitlendirildiğini de görmek mümkündür. Kübizmin analitik olarak adlandırılan safhasının diğer önemli özelliklerinden biri de, nesnelerin farklı perspektiflerden eş zamanlı olarak resmedilmesidir. Kübist ressamlar, Rönesans sanatında kullanılan tek noktalı perspektifi reddedetmişler ve bunun yerine nesnelerin farklı açılardan görünüşlerinin bir arada resmedildiği çok noktalı perspektifi koymuşlardır.
Vaught Brogan, bu tekniğin kübist nitelikli şiirlerde bir karşılığının bulunduğunu, bir Amerikan dergisinin 1915 Mart sayısında Picasso’nun bir çiziminin altına “eş zamancılık”la ilgili olarak düşülen aşağıdaki paragrafı alıntılayarak ileri sürer: “Resimde ‘eş zamanlılık’ düşüncesi bir formun farklı açılardan görünümlerinin eş zamanlı olarak temsili yoluyla, [...] [e]debiyatta [ise], eş zamanlı olarak farklı şeyler söyleyen seslerin polifonisi şeklinde ifade bulur (Part of the Climate 22).
İşte “Jokond ile Sİ-YA-U”da Nâzım Hikmet böyle bir çok sesliliği, hikâyeyi, tek bir ağızdan değil de, kendi adını verdiği anlatıcı-yazar, Jokond ve Con isimli İngiliz askeri gibi farklı karakterlerin ağzından anlatmak yoluyla sağlamıştır.
Nâzım Hikmet bu tekniği, “Jokond ile Sİ-YA-U”dan sonra yayımlanan “Benerci Kendini Niçin Öldürdü?” başlıklı anlatı şiiirinde daha da yoğunlaştırarak ve yetkinleştirerek kullanmıştır. Tıpkı “Jokond ile Sİ-YA-U” gibi farklı karakterlerin ağzından hikâye edilen “Benerci Kendini Niçin Öldürdü?”de ayın, onu aynı gece gören farklı kişilerin gözünden tasvir edildiği bölüm, kübist sanatın ilk döneminin temel tekniklerinden biri olan “eş zamanlılık” ilkesinin edebiyattaki yetkin bir örneğini teşkil eder.

1907 ile 1912 arasına yerleştirilen analitik kübizmin temel tekniği biçimlerin kırılması ve nesnelerin farklı açılardan eş zamanlı olarak resmedilmesiyken, Picasso ve Braque’ın 1912 ile 1914 seneleri arasında verdikleri eserlerdeki ortak teknik payda, birbirinden farklı malzemeleri “birleştirmek”tir. Bu nedenle kübizmin bu ikinci dönemi, “sentetik kübizm”

olarak adlandırılır (Bkz. Resim 7 ve 8). Stapanian, bu “birleştirme” tekniğini, “gerçek nesneler”in kolaj ve türevi tekniklerle tuvalin alanına dâhil edilmesi anlamına geldiğini söyler (10). Vaught Brogan’ın belirttiği üzere, bu tekniğin, kübist şiirdeki karşılığı, “farklı seslerin, bölümlerin ve metin fragmanlarının kullanıl[ması]”dır (6).
Kubilay Aktulum ise Metinlerarası İlişkiler adlı kitabında sentetik dönem kübist resminde kullanılan başat teknik olan kolajın edebiyattaki kullanımı hakkında şunları söyler:
[M]etin dışından alınan en küçüğünden en büyüğüne kadar her ayrışık unsurun [....] başka bir metinden “kesilerek” yeni bir metin içerisinde “yapıştırılıp” kaynaştırılması bir bakıma kübist ressamların resim alanında gerçekleştirdikleri yapıştırma yöntemine uyar. (223)
Nâzım Hikmet, anlatı şiirlerinde hem farklı sesler, bölümler ve metin fragmanlarına yer vermiş, hem de başka metinlerden bölümleri, tabiri caizse “keserek” kendi metni içine yerleştirmiştir. Bu sayede anlatı şiirleri tıpkı kübist resimler gibi sentetik bir yapı sergilemiştir. Örneğin Nâzım Hikmet büyük bölümü Jokond’un hatıra defterinden parçalar yoluyla hikâye edilen “Jokond ile Sİ-YA-U”da söz konusu parçaların arasına iki telsiz haberi yerleştirilmiştir (85 ve 88). Benzer şekilde “Benerci Kendini Niçin Öldürdü?”de anlatının içerisine “Taymis gazetesinin bir telgrafı” (274) ile “Fransız gazetecisi Alber Londr’un Fransız Kongosu’na dair” kitabından bir bölüme (311-312) ve hatta bir “matem marşı”na yer vermiştir (341-342).

Nâzım Hikmet’in 1929 ile 1935 arasında kaleme aldığı anlatı şiirlerinden sonuncusu olan “Taranta-Babu’ya Mektuplar”da kolaj tekniğini en yoğun ve belirgin şekilde kullandığı görülür. Nâzım Hikmet, anlatı şiirin henüz en başında, İtalyan faşist lider Benito Mussolini’nin İtalyan Ansiklopedisi için yazdığı “faşizm” maddesinden alıntılar yaparak (434) bu cümleleri metnine yerleştirir. Benzer şekilde, faşist bir şairin kuvvetle muhtemel kurmaca olan “Kör Olmak” başlıklı şiirini de “Taranta-Babu’ya Mektuplar”ın gövdesine dâhil eder (453-454).

Öte yandan, nasıl ki kübist ressamlar tablolarına, o güne kadar resim sanatına aykırı bulunan malzemeleri, örneğin gazete parçalarını, kolaj tekniğinden faydalanarak eklediyse, Nâzım Hikmet de, yukarıda sözü edilen anlatı şiirine gazete parçaları dahi yerleştirmiştir. Taranta-Babu’nun kocası olan Etiyopyalı gencin bir mektubunun içerisinde yer alan bu gazete parçalarının arasında İtalya’daki yevmiyelerin sunulduğu bir metin ile yine İtalya’daki işsizlerin ve iflas edenlerin sayılarının yer aldığı bir istatistik dahi vardır.
5. Sonuç
Bu noktada sorulması gereken, Nâzım Hikmet’in resme, özellikle de kübizme olan ilgisinin ve kübizme özgü teknikleri şiirinde kullanmasının ne anlama geldiğidir. Nâzım Hikmet’in şiirinde çeşitli kübist tekniklere yer vermesi, makalenin başında alıntılanan mektubunun da gösterdiği gibi, şairin ömür boyu süren biçim arayışının bir sonucudur. Nâzım Hikmet bu arayış süresince kullandığı çok çeşitli teknikler sayesinde yalnızca kendi şiirinin değil Türkçe şiirin ifade alanını da genişletmiştir. John Berger’ın “The Moment of Cubism” başlıklı makalesinde kübist ressamlardan söz ederken kullandığı ifadeleri ödünçlemek gerekirse, Nâzım Hikmet bu sayede Türkçe şiire modern tecrübeyi içinde barındırabilecek olan yeni bir sentaks kazandırmıştır (92).
Nâzım Hikmet’in sık sık kübizme atıfta bulunmasının ve şiirinde çeşitli kübist tekniklere yer vermesinin elbette ideolojik bir mahiyeti de vardır. Nâzım Hikmet bu şekilde, Abidin Dino’nun ifadesiyle yirminci yüzyılın başında üretilen modern sanatın bir numaralı düşmanı olan Rönesans kültürünü ve onun burjuva mirasını reddetmiştir (Nâzım Üstüne 55). Öte yandan Nâzım Hikmet, bu şekilde şiir yazmaya başladığı dönemde Osmanlı şiir geleneğinden istifade ederek bir tür burjuva şiiri üreten çağdaşlarına, örneğin Ahmet Hâşim’e ve Yahya Kemal’e karşı ve karşıt bir estetik inşa etmiştir.
Daha da önemlisi, Asım Bezirci’nin belirttiği üzere Nâzım Hikmet, Jokond’u, yani “yüksek sanatı” müze duvarlarının içinden çıkararak onu sokağa indirir, halkla kavuşturur ve devrimci mücadeleye dâhil ederken (Nazım Hikmet 117), analitik ve sentetik dönem kübist resmin tekniklerinden istifade ederek sokağa ait olanı, yani gündelik dili, farklı sesleri, farklı metin türlerini, gazete parçalarını, istatistikleri vs. şiirin alanına sokmuştur. Yani yüksek sanatı tahtından ederek, ondan boşalan tahta o güne değin sanatsal ve şiirsel kabul edilmeyeni, gündelik ve kamusal olanı yerleştirmiştir.
Nâzım Hikmet, kübist tekniklerden de faydalanmak yoluyla, özellikle ilk dönem şiirleri üzerinde kaydadeğer bir etkisi olan kübo-fütürist şair Vladimir Mayakovsky’nin deyişiyle “şiiri gökyüzünden yere indirmiş” (Selahattin Hilav, Nâzım Hikmet Üstüne Notlar” 27) ve sanatın dışarıda bırakılan ya da bırakılmak istenen sokağı, toplumu ve hayatı, sanata dâhil etmiştir.
Kaynaklar
Kubilây Aktulum. Metinlerarası İlişkiler. Ankara: Öteki Yayınevi, 2000.
Bataille, Eugène. Pipolu Mona Lisa. 1883.
Berger, John. “The Moment of Cubism”. New Left Review I 42 (Mart-Nisan 1967): 75-94.
Bezirci, Asım. Nazım Hikmet: Yaşamı, Şairliği, Eseri, Sanatı. İstanbul: Çınar Yayınları, 1989.
Dino, Abidin. Nâzım Üstüne. Çev. Aykut Derman. İstanbul: Yapı ve Kredi Yayınları, 2002.
Duchamp, Marcel. L.H.O.O.Q. 1919.
Gürsel, Nedim. Dünya Şairi Nâzım Hikmet. İstanbul: Doğan Kitap, 2005.
Hamsici, Mahmut. “Nâzım Hikmet’ten Picasso’ya: Mübarek ellerinizden öperim.” Radikal. 01.03.2006. http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=180018.
Hilav, Selahattin. “Nâzım Hikmet Üstüne Notlar”. Edebiyat Yazıları. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2000.
Lichfield, John. “The Moving of Mona Lisa.” The Independent, 2 Nisan 2005.
Nâzım Hikmet. “Açların Gözbebekleri.” Bütün Şiirleri. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2008. s. 40-43.
Nâzım Hikmet. “Açlık Grevinin Beşinci Gününde.” Bütün Şiirleri. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2008. s. 944-945.
Nâzım Hikmet. “Benerci Kendini Niçin Öldürdü?” Bütün Şiirleri. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2008. s. 259-342.
Nâzım Hikmet. “Jokond ile Sİ-YA-U.” Bütün Şiirleri. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2008. s. 75-109.
Nâzım Hikmet. Kemal Tahir’e Mahpusaneden Mektuplar. İstanbul: Bilgi Yayınevi, 1968.
Nâzım Hikmet. “Taranta-Babu’ya Mektuplar.” Bütün Şiirleri. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2008. s. 431-468.
Picasso, Pablo. Mandolin Çalan Genç Kız. 1910.
Soylu Koyuncu, Sevgi. “Ressam Nazım Hikmet”. Hece Ocak 2007 (Türkçenin Sürgün Şairi Nazım Hikmet Özel Sayısı) 413-420.
Stapanian, Juliette R. Mayakovsky’s Cubo-Futurist Vision. Houston, Texas: Rice University Press, 1986.
Vaught Brogan, Jacqueline. Part of the Climate: American Cubist Poetry. Berkeley, Los Angeles ve Oxford: University of California Press, 1991.