Alkıs ve Kargıslar
- Öykü Terzioğlu Özer
- 5 Ara 2017
- 7 dakikada okunur
* Aşağıdaki yazı Milli Folklor dergisinde yayımlanmıştır. Künyesi şöyledir: “Alkış ve Kargışların Sözlü Kültürdeki Yerleşik Kodların Aktarımını ve Yeniden Üretimini Kolaylaştıran Biçimsel Özellikleri”. Millî Folklor 75 (Güz 2007): 34-37. Yazının pdf'sine buradan ulaşılabilir.
Alkış ve Kargışların Sözlü Kültürdeki Yerleşik Kodların Aktarımını ve Yeniden Üretimini Kolaylaştıran Biçimsel Özellikleri

“Alkış” (hayırdua) ya da “kargış” (beddua, ilenç), kişilerin iyilik ya da kötülüklerinin otorite sayılan güçlerden talep edildiği dilek bildiren kalıplaşmış sözlerdir. Birilerini övmek ya da sövmek istediğimizde, sadece kendimize ve üzerinde konuştuğumuz konuya özgü yeni ifadeler üretmek yerine bu kalıp ifadelere başvuruyor olmamız dikkate değer bir olgudur. Kullanıldıkları tikel ve belirli durum ya da bağlamların ötesinde, daha geniş bir çerçevede değerlendirildiklerinde, bu kalıp sözlerin, halkın kimin, neyin iyi ya da kötü olduğuna dair oluşturduğu değer yargılarını da içerdiği anlaşılır. Bu anlamda alkış ve kargışlar, atasözleri ve deyimler gibi sözlü edebiyatın en kısa türlerinden olmakla beraber, bir yandan bireysel duygu ve düşünceleri iletmeye yarayan, öte yandan da halkın uzun süreçler sonucu oluşturduğu değer yargılarının yeniden üretilmelerini sağlayan “kapsül” ifadelerdir. Bu doğrultuda, bu yazıda alkış ve kargışların sözlü kültürdeki yerleşik kodların aktarımını ve yeniden üretimini kolaylaştıran biçimsel özellikleri üzerinde durulacaktır.
Sözlü Ürünlerle Grubun Kolektif Bilgisinin Korunması
John Halverson’un, “Havelock on Greek Orality and Literacy” başlıklı makalesinde belirttiği gibi, Havelock’a göre, sözlü kültürün önceliğe sahip olduğu toplumlarında sözlü edebiyatın en temel işlevi, grubun kolektif bilgisinin korunması ve zarar görmeden yeni gelen her nesile aktarılmasıdır (150). Havelock, bu ürünlerin, kabul edilebilir inanç ve davranış biçimlerinin yanı sıra doğru düşünce ve eylem yollarının aklatırıldığı “sözlü bir ansiklopedi” görevini gördüğünü belirtir (150). Ancak “sözlü geleneğin öğretisini sürdürebilmesi için, bu ürünlerin

akılda kalıcı ve ezbere uygun olmaları gerekir” (150). Sözlü ve Yazılı Kültür adlı eserinde Havelock’un görüşlerinden yola çıkan Walter Ong’a göre, sözlü kültürler, uzun çabalar sonucu elde edilen bilgilerin akılda tutulmasının çözümünü “anımsanabilir şeyler düşünmek”te bulur (50). Ong, bunun “düşüncenin ritmik, dengeli tekrarları ya da antitezleriyle, kelimenin ünsüz ve ünlü seslerin uyumuyla, sıfatlar ve başka kalıpsal ifadelerin akması, herkesin sık duyup kolaylıkla hatırladığı, kolay hatırlanacak şekilde biçimlenmiş atasözlerinden oluşması ve belli izleklere yerleştirilmesi[yle] ol[duğunu] belirtir (50). Değer yargılarına, övgü ve sövgü ifadeleri olarak diğer sözlü ürünlere kıyasla daha doğrudan işaret eden ve kültürel kodların yeniden üretilmesi açısından önemli bir yere sahip olan alkış ve kargışlar da bu anlamda, içinde yer alan bilgilerin anımsanmasını ve aktarımını kolaylaştıran söz sanatlarıyla yoğrulmuş olan “sözlü bir ansiklopedi” işlevi görür.
Bol Tekrarlılık, “Bereketlilik” ve Karşıtlıklar Açısından Alkış ve Kargışlar
Yukarıda aktarıldığı gibi, Ong’a göre, düşüncenin belirli bir ritimle ve tekrarlara başvurularak dile getirilmesi bir ifadeyi akılda kalıcı kılan önemli unsurlardan biridir. Bu doğrultuda, tekrarlar ve bu tekrarların yarattığı ritim alkış ve kargışın en belirgin yapısal niteliklerinden birini oluşturur. Seslerin tekrarının yanında bu kalıp ifadelerde kimi zaman “tez gide tez gelesin” ya da “su gibi git, su gibi gel” alkışlarında söz konusu olduğu gibi aynı sözcüğün tekrarı söz konusu olmakla birlikte, alkış ve kargışlarda en sık rastlanılan durum, birbirlerine anlamsal ve sessel olarak oldukça yakın sözcüklerin birbirlerini pekiştirmesidir: “Allah suçumuzu-günahımızı affede”, “Allah akıl-fikir versin”, “Allah çoluk-çocuğunun hayrını göstersin”, “Allah devlete-millete zeval vermesin”, “Allah dinden-imandan ayırmasın”, “Allah seni fesattan-fitneden koruya”, “Hayırlı-uğurlu olsun” gibi alkışlarda iletinin içeriği bu şekilde yoğunlaştırılır. Öte yandan, “Allah kimseyi aç-açık bırakmasın”, “Kör-kötürüm olasın”, “Kurda kuşa yem olasın” gibi örneklerde, sözcüklerin sessel açıdan birbirlerini pekiştirdikleri görülür. Walter J. Ong’un ileri sürdüğü terimlerden yola çıkılararak söylemek gerekirse, yukarıdaki örneklerde görülen ifade tarzı “bol tekrarlı” ya da “bereketli”dir. Ong, “bol tekrarlı” ve “bereketli” ifadeleri sözlü kültürün bir gereği olarak görür: Yazı söz konusu olduğunda düşüncenin sürekliliğini yakalamak, metnin başına dönüp tekrar okumakla söz konusu olabilirken, söz doğası gereği performatif olduğu için, Ong’un deyişiyle, “[s]öz daha ağızdan çıkarken yokluğa karıştığı için, zihnin dışında başka bir yere geri dönülemez” (55-56). Bu nedenle de yazılı kültürden bakıldığında “gereğinden fazla kelimeyle şişirilmiş” (57) olduğunu düşündüren bu yapı, aslında konuşanın ve dinleyenin, yani topluluğun düşünsel birliğini sağlayan kültürel kodları, alkış ve kargış ifadeleri yoluyla yeniden üretmekte olan gönderici ve alıcının dikkatinin dağılmasını engeller (56). “Bol tekrarlı” ya da bu anlamda “bereketli” olmayan ancak yine benzer bir işlevi yerine getirerek dikkati anlatılana sabitleyen, alkış ve kargışlarda oldukça sık görülen bir diğer “anlatım tekniği” ise “Dostların düşman ola” kargışında olduğu gibi karşıt anlamlı ya da “Allah dert verip derman aratmaya” alkışında “dert” ve “derman” sözcüklerinde söz konusu olduğu gibi birbirlerinin anlamını tamamlayan sözcüklerin kullanımıdır. Alkış ve kargışlarda kimi zaman, birden çok karşıt anlamlı sözcüğün kullanıldığı da görülür: Örneğin, “Allah dostunu var, düşmanını yok etsin” alkışında “dost-düşman”, “var-yok”, “Gidişin ola, dönüşün olmaya” kargışında ise, “gidiş-dönüş” ve “ola-olmaya” sözcükleri arasındaki karşıtlık ilişkisi söz konusudur. Walter Ong’a göre, sözlü geleneğin en önemli özelliklerinden birisi “mücadeleci havası”dır (60). Bunun nedeni ise, “yazı[nın,] bilgiyi insanların birbirleriyle mücadele ettikleri alandan kopartan soyutlama[dığı]” ve “bilgi sahibinin bilinenden ay[rılmadığı] bir alanın söz konusu olmasıdır (60). Bu nedenle de sözlü kültürde birine sövüp saymak, kabadayıca isim yakıştırmak ve aynı zamanda da bol bol övgü söz konusudur (61). Gerek yergi, gerekse övgü, Ong’a göre “ileri okuryazar toplumlarına yapay ve gülünç derecede gösterişli gelebilir”, ancak “övgü de, iyi-kötü, erdem-kusur, hain-kahraman gibi keskin kutuplaşmaları ve mücadelenin egemen olduğu sözlü kültür geleneğinin bir parçasıdır” (62). Ong’un bu savı, alkış ve kargışın sözlü alanda oluşmasının ve kendine yer edinmesinin temelini kuramsal olarak ortaya koyarken, bir yandan da özelde alkış ve kargışlarda bulunan karşıt anlamlı sözcük kullanımının ve dolayısıyla da iyi ve kötünün, doğru ve yanlışın birbirlerinden kesin çizgilerle ayrılmasını açıklar niteliktedir. Ayrıca, bu gibi kesinlikli karşıtlıklar içeren yargıların, kültürel kodların olumlanması ve yeniden üretilmesinde hatırda tutulması ve aktarılması gereken “kurallar” ortaya koyduğunun da altı çizilmelidir.
Alkış ve Kargışlarda Kalıplaşmış Sözcük Gruplarının Kullanımı
Ong’un sözlü kültürde bilginin kolay aktarılmasını sağlayan bir diğer unsur olarak işaret ettiği, sıfatların ve diğer kalıplaşmış sözcük gruplarının sıkça kullanımı durumu da alkış ve kargışlardaki belirgin bir yapı olarak karşımıza çıkar. Altay Şamanlarına ait olduğu bilinen şu alkış bu duruma verilebilecek uygun bir örnektir: “Altın yapraklı mubarek kayın, sekiz gölgeli mukaddes kayın, dokuz köklü, altın yapraklı bay kayın, ey mubarek kayın ağacı, sana kara yanaklı kuzu kurban ediyorum”. Bu alkışta, kayına çok sayıda nitelik bildiren kalıplaşmış sözcüğün eşlik ettiği görülür. “Kara kaşlı, zeytin gözlü, beyaz yüzlü, doğru sözlü, ipek saçlı, tunç bilekli, temiz yürekli olasın kuzum” alkışında yer alan olumlanan kişi betimlemesinde ise her isime, bu isimle birlikte kullanmı kalıplaşmış olan bir sıfatın eşlik ettiği görülür. Bu duruma sadece, yukarıda verilen örnekler gibi görece uzun olan alkış ve kargışlarda rastlanmaz. Örneğin, alkışlarda sıklıkla yer alan “ak sözcüğü” “Ak bahtlı olasın”, “Ak duvaklar takasın”, “Alnın ak ola” gibi çok daha kısa alkış örneklerinde bir çok farklı isimi niteleyen bir sıfat olarak karşımıza çıkar. Alkışlarda, Türk kültüründe olumlu yananlamlara sahip olan ak sıfatı bu şekilde kullanılırken, kara sıfatı da içerdiği olumsuz yananlamlar nedeniyle, “Kara haber duymayasın” ve “Allah kara yazı yazmış olmaya” alkışlarında olduğu gibi, uzak olunması, kaçınılması dilenen durumlara işaret eder. Ong, sözlü kültürde “sözcük kümeleri”nden oluşan kalıpların önemine şöyle işaret eder: “Geleneksel deyişler, sözlü kültürde parçalanmamalıdır. Nesilden nesile bunlar binbir güçlükle bir araya getirilmiştir ve korunabilecekleri tek yer, insan aklıdır. Ve bu nedenle askerler hep kahraman, prensesler hep güzel, çınarlar hep ulu çınar olur. [...] Bir kalıpsal deyiş bir kez billurlaştı mı, en iyisi ona hiç dokunmamaktır” (55). Ong’un yorumu, alkış ve kargışlarda sıklıkla belirli isimlerle belirli sıfatların kullanılıyor olması durumunu aydınlatır.
Alkış ve Kargış İfadelerindeki Görsel Unsurlar
Walter Ong’un değinmediği, ancak sözel ifadelerin akılda kalmasında etkili olan bir diğer etmen, anlatımda görsel unsurların kullanılmasıdır. Gillian Cohen, sözlü ifadelerin anımsanmasını, akılda kalmasını kolaylaştıran önemli bir unsurun görsellik olduğunu belirtir. Cohen, anımsamada görselliğin rolünün araştırıldığı çalışmalardan söz eder: Birçok deney, görsel betimlemelerin anımsama yetisini kuvvetlendirdiğini göstermektedir (514). Deneylerin sonucunda, “doğruluk”, “önem”, “demokrasi” gibi sözcüklerin, “kek”, “zürafa” ve “bayrak” gibi sözcüklere oranla daha zor anımsandığını belirtir (514). Bu doğrultuda, alkış ve kargışlarda soyut ifadeler yerine somut ifadelerin ağırlıklı olarak kullanıldığı görülür: “Böyle sözler söyleme” demek yerine “Ağzından yeller ala”, sözü edilen kişi için kolaylık dilenirken “Bulut sana gölge olsun”, “Zengin olmanı dilerim” yerine “Kum diye tuttuğun altın olsun” denilmesi bu duruma örnek olarak verilebilir. Benzer şekilde, kişinin haramdan ve yalandan sakınmasının öğütlendiği bir alkışta “Allah haramdan elini, yalandan dilini çeksin” ifadesinin kullanılması, okuryazarlığın dilendiği bir alkışta “Bir elin kalem ola, bir elin kağıt ola” denilmesi görselliğin alkış ve kargışlardaki kullanımının önemini gösterir niteliktedir. Öte yandan, görsellik unsuru, özellikle abartılı bir anlatımın kullanıldığı kargışlar ile şiddet unsurlarını barındıran kargışlarda göze çarpmaktadır: “Bir kaşık suda boğulasın”, “Güneşli havada yıldırım çarpsın” ve “Sünger düşsün başın yarılsın” gibi örneklerde hem görselliğin hem de retorik bir araç olarak abartının kullanıldığı görülmektedir. Ancak görselliğin kullanımına dair en çarpıcı örnekler, sözü edilen kişinin acı çekmesine ve ölmesine yönelik dile getirilen kargışlardır. Örneğin, “Kargalar gözünü oysun”, “Kan sıçasın”, “Her parçan bir kurdun ağzında kala”, “Kafanı koparalar” ve “İrin akıtasın” kargışlarında, şiddetin açık-seçik ve ayrıntılı anlatımı oldukça akılda yer edicidir. Sözlü ürünlerde şiddet tasvirinin yaygınlığını, yukarıda belirtilen “mücadeleci tavra” bağlayan Ong, ilk sözel sanatların “şiddete düşkünlüğü”nün ağır yaşam koşullarıyla kısmen açıklanabileceğini, ancak bu sanatlarda şiddetin sözlü kültürün kendi yapısıyla da ilintili olduğunu belirtir (61) Ong’a göre, “[h]er türlü sözel iletişim, doğrudan ağızdan çıkan sesin al-ver devinimine dayandığı için—söz konusu ister cezbetme, ister düşman kesilme olsun—bütün ağırlık insan ilişkilerindedir” (60). Ancak belki de Ong’un dikkat çektiği durumun yanı sıra, bu tip şiddet imgelerinin akılda kalıcılığına da dikkat çekilmelidir.
Alkış ve Kargışlarda Telmihin Kullanımı
Alkış ve kargışlarda kolektif hafızayı harekete geçiren bir diğer unsur ise, bilinen kişi ve hikayelere göndermede bulunulmasıdır. “Allah sana Eyyûb sanrı versin”, “Allah Halil İbrahim bereketi versin”, “Dar gününde Hızır imdadına yetişe” ve “Hazreti Süleyman gibi dünyaya hükmedesin” alkışlarında görüldüğü üzere, halkın geçmişinde önemli yer tutan bu isimler ve bu isimlere yüklenen değerler, farklı bağlamlarda alkış ve kargışlar yoluyla dile getirilerek yeniden üretilmekte ve bu kişilerde simgeleşmiş değerler sisteminin korunmasına hizmet etmektedir.
Yukarıda verilen örnekler gösteriyor ki, değer yargılarını bir tohum ya da bir kapsül gibi içerisinde barındıran alkış ve kargışlar, kolektif hafızanın bu değerler konusunda canlı tutulmasını ve bir yandan bireysel duygu ve düşünceler dile getirilirken, bir yandan da bu değerlerin pekiştirilmesini ve yeniden üretilmesini kolaylaştıran biçimsel özelliklere sahiptir.
Kaynaklar
Akalın, Sami. Alkışlar Kargışlar. Ankara: Gazi Üniversitesi Basın – Yayın Yüksekokulu Matbaası, 1990.
Cohen, Gillian. “Visual Imagery in Thought”. New Literary History 7.3 (Bahar 1976): 513-523.
Halverson, John. “Havelock on Greek Orality and Literacy”. Hournal of the History of Ideas 53.1 (Ocak – Mart 1992): 148-163.
Ong, Walter J., Sözlü ve Yazılı Kültür: Sözün Teknolojileşmesi. İstanbul: Metis 2003.
Comments