Muinar'da Ekofeminist Kız Kardeslik
- Öykü Terzioğlu Özer
- 29 Kas 2017
- 13 dakikada okunur
* Aşağıdaki yazı 2009 yılında Yasak Meyve dergisinde yayımlanmıştır. Künyesi şöyledir: “Muinar’da Ekofeminist Kız Kardeşlik”. NARedebiyat 1 (Mart 2009): 38-43. Yazının pdf'sine buradan ulaşılabilir.
Muinar'da Ekofeminist Kız Kardeşlik
“Biz Kadınlar Dünyanın Kız Kardeşleriyiz”

Latife Tekin, 9 Şubat 2007 tarihinde Sky Turk’te Yazar Yazara programında “Bugün edebiyatçı çok daha direk ve doğrudan politik tavır almalıdır dünyanın gidişine bakarak. [...] Ama tabii edebiyatçı edebiyatçı gibi [tavır] almalıdır” demiştir. Latife Tekin, Aralık 2006’da Everest Yayınları’ndan çıkan Muinar adlı son kitabında, politik tavrını, kuşkusuz yazınsal bir üslup içerisinde, dünyadan, doğadan ve kadından yana koymuştur. Tekin bu politik duruşun temelini CNBC’de 11 Ocak 2007 tarihinde yayımlanan Finans Cafe adlı programda şöyle belirtmiştir: “Biz kadınlar dünyanın kız kardeşleriyiz. Biz aletler yapıp dünyaya saldırmadık. Dünyada varolan sorunlardan birebir sorumlu tutmuyorum kadınları”. Bu yazıda, Latife Tekin’in Muinar adlı kitabı, kadına ve doğaya yönelik tahakkümün özünde eril bir dünya görüşünün sonucu olduğunu savunan ve Avusturalyalı ekofeminist düşünür-aktivist Val Plumwood’un belirttiği gibi, “olumsuz bir kültürel değer yüklenen ve kadınların değersizleştirilip ezilmesinin başlıca temelini oluşturan kadın-doğa bağlantısına olumlu bir değer yüklenmesi” (18) düşüncesinden yola çıkan ekofeminizm çerçevesinde, Muinar’la ilgili olarak eleştirmenlerin öne sürdüğü görüşler de hesaba katılarak değerlendirilecektir.
Muinar’ın Parçalı Yapısındaki Tutarlılık

Muinar, kocakarı Muinar’ın, benöyküsel anlatıcı olan Elime adlı karakterin içinde uyanmasıyla başlar. Muinar’ın deyişiyle, “[e]skisiyle, yenisiyle bütün düşünceler çökecek[tir], dünyada bir hayatın sonuna gelin[miştir]” (5). Dünya çevresel bir felaketin eşiğindedir ve bu felaketi önlemek kadınların elindedir: “dünyanın, ağzı genç bir kocakarıya ihtiyacı var[dır], şöyle ninni hoşluğunda tutarlı çözüm önerileri getiren” (87). Bu doğrultuda kocakarı Muinar, kadın ve doğanın yanında, savaş, emperyalizm, bilim, din ve politika gibi konulardan da söz eder; Muinar, takip ettiği konular, köşe yazarları olan, televizyon seyredip radyo dinleyen ve tartışma programlarına meraklı bir kocakarıdır (13). Eleştirmenlerin kitaptaki kadın-doğa konusunu, yukarıda belirtilen diğer konulardan bağımsız olarak değerlendirmeye aldıkları görülür. Örneğin Sema Aslan, Radikal Kitap Eki’nde yayımlanan yazısında Muinar’ı şöyle tanıtır: “Muinar‘da “on bin yaşındaki ölümsüz Muinar’ın binlerce yıldır devşirdiği bilgilerle kadınları yaşlılığa hazırlamanın öyküsü anlatı[lı]yor. Fakat hepsi bu değil”. Sema Aslan’ın bu yorumu, kitabı bir kadın romanı, kadınlara yazılmış bir manifesto ve “aynı zamanda” (vurgu bana ait) sert bir politik metin olarak değerlendirmesiyle örtüşür. Aslan’ın bu iki yorumu, kitapta kadın ve doğayla ilgili bir düzlem ve diğer konuların oluşturduğu bir başka, ilk düzlemden bağımsız bir düzlem olduğunu imâ eder gibidir. Öte yandan, kitabın içerik açısından “parçalı” yapısını, Zaman Kitap’ta yayımlanan “Muinar: Ne roman, ne makale...” başlıklı yazısında, Aslan’dan farklı olarak olumsuzlayan ve bunu oldukça sert bir üslupla eleştiren Meryem Algan, şöyle der: “Anlatının tümü b[ir] sohbetten ibarettir ve sohbetin bir merkezi yoktur. İki kadın, türlü konu üzerine konuşmaktadır; ancak bu konulardan, niye bunun şunun ardından geldiğini açıklayacak bir süreklilik yoktur”. Yine Algan’a göre, “bıktırasıya konuşan [...] bilge kocakarı Elime’yi toprak altındaki kutsal bilgiyle değil, gündemdeki siyası tartışmalarla aydınlatma eğilimindedir”. Kanımca Muinar’la Elime arasında geçen sohbetler—evet türlü konu üzerinedir—bir tutarlılık arzeder. Muinar’da söz konusu iki karakter arasında geçen konuşmalar, ilk bakıştaki dağınıklıklarına rağmen bir bağlam oluşturmaktadır ve bu bağlam, ekofeminist düşünceden yola çıkılarak anlamlandırılabilir. Bu noktada, Sema Kaygusuz’un Muinar’la ekofeminist düşünce arasında bir ilişki kurduğunu belirtmek gerekir. Kaygusuz, Latife Tekin’le yaptığı ve Radikal gazetesinde yayımlanan söyleşide, Muinar’da doğaya dönüş önerisinin ekofeminizmle birebir denk düştüğünü öne sürer. Ancak Kaygusuz, ekofeminist bakış açısını sadece bu doğaya dönüş izleğiyle sınırlandırır. Oysa, Muinar’ın ekofeminist düşünceyle örtüştüğü alan, bu izleğe indirgenemez, diye düşünüyorum.
Ekofeminist Düşünce ve Muinar’da Kadın-Doğa İlişkisi

İlk kez 1973 yılında Françoise d’Eaubonne tarafından kullanılmış olan ekofeminizm ya da diğer adıyla ekolojik feminizm kavramı, adından da anlaşıldığı üzere feminist ve ekolojik düşüncelerin bir bileşimidir. Bu bileşimin temelinde, kadınların tahakküm altına alınmasının, doğa üzerinde kurulan tahakkümle doğrudan ilgili olduğunu düşüncesi yatar, çünkü kadın ve doğa arasında, düşünce tarihi boyunca yakınlık ve benzerlik ilişkilerini kurulmuştur. Ancak, Val Plumwood’un belirttiği gibi, “kadınlığın ‘doğaya yakınlığı’ bir iltifat olmaktan bir hayli uzaktır” (32). Plumwood’a göre, “kadınların ‘doğa’ alanına dahil edilmeleri[...] onları ezmeyi sağlayan başlıca araçlardan biri olagel[miştir]” (32). Plumwood, bu konuya dair verdiği çok sayıda örnekle, kadınla doğa, beden, madde, duygu, ilkellik arasında ilişki kurularak, kültür, akıl ve medeniyetle özdeşleştirilen erkeğin karşısında nasıl bir öteki olarak konumlandırıldığını gösterir. Bu söylemi tersine çeviren Muinar’da kadın ve doğa arasında kurulan ilişkinin olumlandığı ve bu kez, bir iltifat hâlini aldığı görülür.
Muinar’ın ayrışık düzlemlerinden biri olduğu ileri sürülen kadın-doğa ilişkisi ve bu ilişkinin olumlanması, bu çerçevede, metnin, diğer düzlemlerin eklemlendiği temel eksenini oluşturturur. Muinar, Elime’ye dünyanın cinsiyetinin kadın (111), kadının yerinin de dünyanın yanı olduğunu söyler (143). Kitapta sürekli olarak anaerkil topluma duyulan özlem dile getirilir; çünkü ataerkil düzen dünyada egemen olmadan önce, kadınlar dünyaya, doğaya iyi bakmışlardır. Muinar’ın, anaerkil geçmişe duyulan özlemi ve ataerkil düzenin sonuçlarını en belirgin biçimde dile getiren tümcesi şudur: “avucumuzdaki tohumdaymış gözleri, toprağı incitiriz diye parmağımızın ucuyla ekiyorduk biz tohumları, dermirle yırttılar dünyanın derisini, erkeğe, aletsiz iş göremeyesin denmiş” (42). Öte yandan kitapta, tecavüz imgesi dolayımında erkeğin doğanın üzerindeki tahakkümü ve kadın üzerindeki tahakkümü arasında bir benzerlik ilişkisinin kurulduğu ve bu iki tahakküm biçiminin bu imge dolayımında olumsuzlandığı görülür: Muinar, Karadeniz’deki orman alanlarının gitgide azalıyor olmasını şöyle eleştirir: “Daha ne kadar seyredeceksiniz bu pornoyu, kadınlar kaldırmazsa, kim kaldıracak bu erkekleri dünyanın üstünden?” (123). Muinar, benzer şekilde, dünyanın sabah akşam tecavüze uğradığını söyler (120).
Bununla birlikte, Muinar’da, kadın olma durumunun doğanın yanında tavır almada, erkek olma durumunun da doğayı ve kadını tahakküm altına almada yeterli neden olarak ele görülmediği açıktır. Bu nedenle de, Muinar’da kadının dişil bir dünya düzenini ve görüşünü erkeğinse eril bir dünya düzenini ve görüşünü imlediği düşünülmelidir. Kitapta yer alan bütün kadınların olumlanmamış olması bu savı doğrular niteliktedir. Örneğin Elime, Muinar’a “Bazı kadınlar da babalarından, oğullarından devletli, dünya erkekli kadın kaynıyor Muinar” (43) der. Muinar da, benzer şekilde, kız kesip kurban eden bir geçmiş zaman prensesinden (12), emrinde çalışan köle kızları kamçılayan Asurlu bir ticaret kadınından (64), İstanbul’da tokat yumruk işçi döven bayan müdürlerden (157) ve Beyrutlu kadınların maketini yaktığı Gondolorospusu’ndan söz eder (221). Benzer şekilde, en yüksek binanın en yüksek ağacın boyunda olması gerektiğini düşünen ve sahil mafyası tarafından öldürülen bir erkek karakterle (80), taşlarla konuştuğu söylenen bir diğer erkek karaktere de (202) de kitapta yer verilir. Ayrıca, söz konusu olanın kadın ve erkek değil, dişil ve eril dünya görüşleri olduğuna, Muinar özellikle şu sözleriyle işaret eder: “Dünyaya sözü ulaşsın yeter ki, erkek sesi, kadın sesi fark etmiyor onun için” (81). Hatta Elime, kitabın bir noktasında Muinar’ın yaptığı erkek, kadın ayrımına karşı çıkarak şöyle der: “Söylediğin gibi öyle saf, katışıksız kadın, erkek var mı dünyada Allah aşkına, [...] kadından olma değilim sadece, bir karışımım yani, kadın-erkek kokteyliyim, bende biraz dişi tadı ağır basmış, hepsi o kadar işte” (171).
Ve Diğer Politik Konular
Kitapta konu edilen ve yukarıda örneklendirilen kadın-doğa düzlemiyle ilişkili olmadığı düşünülen ekonomi, politika, din, bilim, teknoloji, ırkçılık, sömürgecilik ve savaş gibi diğer konuların, kitabın ana tematik eksenine eklemlenebileceğini yukarıda ileri sürmüştüm. Muinar’da yer alan çeşitli izleklerin bir bağlam oluşturduğu, temelde erkekle kadın ve doğa arasında kurulan hiyerarşik ilişkiyi sorunsallaştıran ancak sadece bununla sınırlı kalmayan ekofeminist düşünce göz önünde bulundurulduğunda netlik kazanır. Ekofeminist düşüncede erkeğin kadın ve doğa üzerinde kurduğu tahakkümün, diğer tahakküm biçimleriyle örtüştüğü savunulur. Val Plumwood bu konuda şöyle der:
Doğa kategorisi sadece insandışı varlıkları değil, çeşitli insan gruplarını ve insan hayatının doğal görünen veçhelerini de kapsayan bir çoklu dışlama ve denetleme alanıdır. Nitekim ırkçılığın, sömürgeciliğin ve cinsiyetçiliğin, kavramsal olarak beslendiği yer, cinsel, ırksal ya da etnik farklılıkların hayvanlara yakın sayılması ve bedenin rasyonalitenin ve kültürün ölçütlerini karşılamayan aşağı bir insanlık biçimi, aşağı bir alan olarak yorumlanmasıdır. (13)
Irkçılık ve Sömürgecilik
Bu anlamda, Muinar’ın “Cinskırım yasası çıkarsınlar” (29) sözü, soykırım kavramını çağrıştımasından ötürü, cinsiyet ve ırkın, tahakküm araçlarına benzer şekilde dönüştürüldüğüne, kadının ve beyaz olmayan ırkların ortak bir yönünün beyaz erkek tarafından ezilmek olduğuna dolaylı olarak işaret eder. Bu nedenle de, Muinar’ın “Fransızlar[ın] da bir badem bıyıklının eline düşece[ğini]” söylemesi (76), helak edilmiş Kızılderililerin ülkesinden söz etmesi (122), “kurun şuraya bir şehir, gidip az öteye bir tane daha kurun, Tanrı’nın arzusu, dileği bu yönde, ötekilerin yaptığı şehirleri de yıkıp hazineleri taşıyın buraya” demesi (116) metnin ana izleği olduğu görülen eril ve dişil dünya görüşlerinden bağımsız ya da kopuk olarak düşünülmemelidir. Val Plumwood, eril dünya görüşünün toplumsal cinsiyet bağlamında olduğu kadar sınıf ve ırk bağlamında da oluşmuş, efendi modeli olarak tanımlanabilecek bir erillik türü olduğunu söyler (42) ve bu zengin, beyaz erkek efendinin tahakküm mantığının altında tahakküm ve hiyerarşiyi meşrulaştıran bir ikili karşıtlıklar ağı olduğunu vurgular (10). Plumwood’a göre, bu mantıksal çerçeve içerisinde efendi, ötekini kullanır, onun hizmetinden yararlanır ancak ona olan bağımlılığı inkâr eder (71). Bunun yanında, öteki efendinin amaç ve ihtiyaçlarına göre tanımlanıp belirlenerek araçsallaştırılır (77). Muinar’da konu edilenler de işte böyle bir bağlamda birbirleriyle ilişki içerisindedir; çünkü zengin, beyaz erkek efendinin, muhtaç olduğunu inkâr ettiği ve araçsallaştırdığı ötekisi sadece kadın ve doğa değildir; Muinar’da konu edilen sömürgecilik de bu bağlamda düşünülebilir.
Muinar’ın Batılı ve Doğulular arasında yaptığı ayrım, sömürgeciliğin altında yatan mantığa işaret ediyor gibidir. Muinar, Batılılar’ın saldırganlığını “bir kez yaşayıp öl[melerine], [...] ömürlerinin iki ucundan bıçakla kesilmiş gibi [olmasına]” bağlar. Öte yandan, Muinar’a göre, “[D]oğulular ölüp dirili[r] sürekli, [...] hep yeniden doğma görevi verilmiş[tir] onlara” (100). Burada yapılan ayrım, aynı zamanda çizgisel ve döngüsel zaman anlayışları olarak da okunabilir. Çizgisel zaman, ilerlemenin ve aşamaların mümkün olduğu bir zaman anlayışıyken, Muinar’ın Elime’ye zamanı mevsimlerle ölçmesini tavsiye etmesiyle (39) birlikte de düşünebilecek olan döngüsel zaman anlayışında aşamalara ve ilerleme gibi düşünecelere değil yenilenme ve yinelenme düşüncelerine yer vardır. Dolayısıyla, Muinar’da Batının Doğu üzerindeki tahakkümü, zamanda ileri olanın zamanın bir yerinde donup kaldığı düşünüleni tahakküm altına alması olarak yorumlanır.
Emperyalizm ve Savaş
Metinde yer alan ve bu temel izleğe eklemlenen bir diğer izlek, bir başka tahakküm ilişkisini örnekleyen savaştır. Kitapta, savaş ve dünyaya verilen zarar arasında doğrudan bir ilişki kurulur. Örneğin, Muinar Puştbinnefret’ten söz ederken “dünya can çekişiyor, karnından bombalanmış” (19) der. Bu tümcede yer alan “karın” sözcüğü, çağrışım alanı nedeniyle hem daha önce belirtildiği gibi dişi olduğu belirtilen dünyaya hem de kadına zarar verildiğine işaret eder. Nitekim Elime, Ortadoğudaki savaşların bitmesi için “üşüyen kadınların ve onların sevdiği erkeklerin ve doğutup büyüttükleri çocukların başına bomba düşmesin diye” (214) dua eder. Evet, kadın ve dünya savaştan zarar görür. Ancak, ezilen sadece kadın değil, yukarıda yapılan alıntıda da görüldüğü üzere, Ortadoğu halkıdır. Bu anlamda, kitapta doğrudan söylenmese de, akıldan çok duygu sahibi olduğu tarih boyunca ileri sürülen kadınlar üzerinde erkeğin kurduğu tahakkümle, kendini yönetmeye ehil görülmeyen halkların üzerinde, bu halklara “demokrasi götürmek” amacıyla kurulan tahakküm benzerlik gösterdiğini ve bu nedenle de dişil olarak konumlandırılarak ezilen bir Ortadoğudan söz edebiliriz.
Zihnin Üstünlüğü, Akılcılık
Val Plumwood’dan yukarıda yapılan alıntıda, rasyonelliğin eril ve dişil, beyaz ve beyaz olmayan ırklar arasındaki ayrımda başvurulan bir ölçüt olduğu vurgulanmıştı. Bu anlamda, doğa, beden ve maddi olanla ilişkilendirilen “ilkel”, “yabani” halklar gibi kadının karşısına yerleştirilerek erkekle özdeşleştirilen ve yüceltilen zihnin üstünlüğünün de Muinar’da reddedildiği görülür. Dolayısıyla Muinar’ın, Elime’nin uykusunun derinleşmişken uyanması önemlidir. Nitekim, derinleşen uyku, korkusuz düşünmeyle birlikte anılır (3). Daha sonra, Elime, Muinar’dan “Bilinç düzeyinde kaybedilmiş şeylerin sevincini [ondan] esirgeme[mesini]” (25) ister. Benzer şekilde, kitapta rasyonel aklın sınıflandırma ve ölçme eğilimi de eleştirililir. Muinar’a göre, insana verilmiş ilk emir, oku değil, ölç, emridir (36). Bu da Muinar’a göre, dünyanın insana içinin ısınmamasının nedenidir: Muinar, dünyanın ağzından şöyle der: “Ben insandan bileyim çapımı boyutumu, doğumu, batımı anlayıp söylesinler, dönencelerimi filan bulsunlar, meridyenlere bölsünler beni, işleri ölçmek olsun bunların” (36). Bu doğrultuda, Muinar’da doğanın ve insanın aleyhine işleyen bilimsel çalışmalar ve teknolojik araçlar da kınanır. Örneğin, Muinar bir yerde şöyle der: “dünyanı görüp kavradılar da, eziyet işkence çektirmediler, neyin üstünde yaşadıklarını hissedip bildiler, bombalarla deşmediler karnını, analarından Mars’ta doğmadı bunlar, oraya ne etmezler, bilim gezegenlerden önemli” (96). Bu alıntıda görüldüğü üzere, Muinar’da bilimsel çalışmalar konusunda öncelik doğaya verilmektedir; doğanın zarar görmesi pahasına yapılacak bilimsel çalışmalar reddedilmektedir. Muinar, benzer şekilde, kuantum fiziğinden şöyle söz eder: “Kuantumun da hayrını görmeyecek insanlık, para avcıları yeni hazine buldu, hem sihir hem bilim, yağmalıyorlar elbirliğiyle...” (137). Bu alıntıda, bilimsel çalışmaların, maddî bir iktidar alanı oluşturmada bir araç olarak kullanıldığı vurgulanmaktadır.
Zihinsel ve Dinsel Aydınlanma
Muinar’da, yukarıda verilen örneklerin gösterdiği gibi, zihinsel aydınlanmaya kuşkuyla bakılır. Muinar’da aynı kuşku, dinsel aydınlanma için de geçerlidir, çünkü her ikisi de özellikle kadınların üzerinde tahakküm kurulmasına hizmet eder. Bu doğrultuda, Muinar’da yer alan en önemli izleklerden biri olan “ışık” üzerinde durmak yerinde olacaktır. Işık metinde, Hurranibar’ın hikâyesi dolayımında zihinsel ve dinsel aydınlanmayla ilişkilendirilir. Muinar’ın Elime’ye anlattığı hikâye özetle şöyledir: Hurranibar’ın, konuşmaya başlar başlamaz birbirleriyle akıl yarışına tutulurlan iki oğlu olur (113). Büyüdüklerinde iki büyük filozof olan ve tartışmaya devam eden oğullardan birisi, etkin akıldan gelen fikirlerin ışığından insan ruhunun yaratıldığını savunarak o ışıkla yaratılan en mükemmel ruhun kendisinde olduğunu ileri sürer (114). Diğeri, evrenin, sembolü ışık olan ve ilahi varlıktan gelerek yine ona dönen sonsuz bir varoluş akışı olduğunu, kendisinin de çağının ilahi varlığın yansıdığı aynası olan kutbu olduğunu savunur (114-115). Hurranibar en sonunda dayanamaz ve şöyle der: “Yatın yerinize piçler, Tanrının ışığı bana değil de size mi akıp çekildi, kutup ben değilim de siz misiniz, bacaklarımın arasından toprağa düştünüz de gördünüz ışığı” (115). Burada hem zihinsel aydınlanma hem de dinsel aydınlanma erkeğin bencil ve bireysel tatminiyle ilişkilendirilerek reddedilmekte ve gerçek aydınlanma kadınla ve doğayla, yani dişil dünya görüşüyle ilişkilendirilmektedir.
Kitapta, dinsel aydınlanmanın sorunsallaştırıldığı bir başka bölüm de, Muinar’ın çölde içinde uyandığı bir kadınla birlikte tek tanrılı dinlerin doğuşuna tanıklık ettiğini anlattığı bölümdür. Muinar, çok tanrılılığı şöyle yorumlar: “Bin beş yüz Tanrı varken, ışık aşağıda bin beş yüz kişiye kısmet oluyordu düzhesap[.] [...] [t]ek Tarıya kalırsanız, o kendi temsilcisini seçip ışığını bir tek kişiye yansıtacak” (116). Muinar, çölde tek tanrılı dinin doğuşunuyla şöyle anlatır: “Tanrı ışığını, içinde uyandığım kadının soyundan bir erkeğin kalbine, yüzüne düşürüverdi” (117). Muinar, daha sonra, Tanrının elçisi erkek olduğu için erkeklerin üç kıtada “kadınları kızları ışık dışarı edip karanlığa sürdüklerini” söyler (118). Artık erkekler kadınlara şöyle diyecektir: “Tanrı öyle emrediyor, gönlümü hoş tutmak için yaratıldın, ört başını başka göz değmesin saçına, [...] görevini aksatırsan boşsun” (118). Muinar’da yer alan bu bölümde, din, seçkin bir kesimin iktidar aracı olarak yorumlanır ve bunun yanında, tıpkı zengin beyaz efendi ile “ilkel” adledilen halklar arasındaki ilişkide olduğu gibi, kadın, erkeğin amaç ve ihtiyaçlarına göre tanımlanarak araçsallaştırılır ve tahakküm altına alınır; Muinar, tek tanrılı dinin bu tahakküm ilişkisine hizmet ettiğini düşünür.
Din ve Ticaret
Gündemi takip etmeye meraklı kocakarı Muinar, kitabın bir başka yerinde, hükümet için şöyle der: “hükümetçe çöl tüccarlarının reankarnasyonu bunlar” (165). “Çöl tüccarları” tamlamasıyla, dini pazarlayarak zenginleşen ve böylelikle güçlenen kesimin kendine kadından daha geniş bir baskı alanı yarattığına işaret edilir. Nitekim, Muinar’da türban, kadının üzerindeki dini baskıdan daha fazlasına işaret eder. Muinar, türbandan şöyle söz eder: “Boynu bukleli tahttan indi, şapkasının gölgesi cinsiyet değiştirip üstünüzde koyulaştı, tövbeler olsun aldığı biçime” (23). Böylelikle Muinar’da, türban, kasket ve fötr şapkayla birlikte (31), iktidarın temsili olarak yer almış olur. Kitapta bu düşünceyi destekleyen bir başka bölüm de, Muinar’ın türban takan bir kızın türban takmayı, annesinin temizliğe gittiği bir evde, babası tüccar, annesi vergi rekortmeni olan bir kızdan öğrendiğini anlattığı bölümdür (65). Muinar, ayrıca, yoksul bir kadının yoksulluğundan utanarak gittiği bir sünnet düğününde tanıştığı, bir tüccar büyüğünün incili türban takan karısından türban takmayı öğrendiğini ve böylelikle “ihale, ticaret Türkçesini sök[tüğünü] ve zenginleştiğini anlatır (89-90). Bu alıntılarda görüldüğü üzere, Muinar’da, kentsoylu, dinî bir giyim biçimi olan türban, bir zenginleşme ve iktidar aracı olarak yorumlanır. Bu ise yine Muinar’ın dilinde şöyle özetlenir: “[Y]erden göğe kadar ışık tezgahı kurdular, öyle bitirdiler kadınların işini, Tanrının ışığıyla ticaretin büyüğü” (116).
Işık ve Yoksulluk
Yukarıda, erkeğin kadın üzerinde kurduğu tahakkümle ekofeminist düşünce çerçevesinde ilişkilendirilebileceği görülen erkek - kadın medeniyet - doğa, sömürgeci - sömürge, beyaz ırk - diğer ırklar, zihin - duygular, sezgiler, tüccar kesim - yoksul kesim, politikacılar - halk vb. arasında yapılandırılan ve eril dünya görüşüyle ilişkilendirilen hiyerarşik ilişki tarzları, Latife Tekin’in içeriklendirdiği şekliyle ışık ve yoksulluk kavramları üzerinden tartışılabilir. Latife Tekin, Pelin Özer’in hazırladığı Latife Tekin Kitabı’nda ışık kavramını çocukluk ile ilişkilendirir; Tekin bunu, çocukken bizim dışımızdaki her şeyle, canlı cansız varlıklarla aynı düzlemde yer almamıza bağlar (160). Tekin, o ışığı yitirmeden büyüyebilmenin imkânı varsa bulmamız gerektiğini ve yoksullardan ışığın hiç çekilmediğini söyler (161). Tekin, ayrıca, kadın olma hâlini yoksulların dünyada var olma hâli ile ilişkilendirdiğini de belirtir (107). Bu anlamda, Latife Tekin’in düşüncesinde, “yoksulluk” kavramının hiyerarşik ikili karşıtlıklarda aşağıya yerleştirilenlerle birlikte düşünülebilir; “yoksulluk” da bu yoksun olma, öteki olma durumunun hem bir parçası, hem de bir metaforu olarak okunabilir.
Latife Tekin’in Muinar adlı kitabında, Muinar, Elime’ye hiç ölmeyeceğini söylediği, yani Elime’nin kocakarıdan aldığı bu eğitimin son bulduğunu ve Elime’nin de “Muinar ışık dilini öğretti bana” diyerek bu sürecin tamamlandığına işaret ettiği bölümden hemen önce Elime’nin yazdığı söylenilen “Balkonlu Ev” başlıklı hikâyeye yer verilmesi de yoksulluk ve yoksunluk kavramları çerçevesinde yorumlanabilir. Bu öyküde yoksul büyüdükleri anlaşılan iki kişinin konuşması söz konusudur. Çocukluklarında tanıdıkları zengin bir aileyle ve daha sonra Amerika’da ünlü bir göğüs cerrahı olan Nedim ve televizyonda bir kadın programı yapan Nilgün’le olan ilişkilerini konuşurlar; bu arada bu iki kişiden birisi bu geçmişi konu alan bir senaryo yazmış ve bu senaryoyu filme almıştır. Senaryo yazarı olan Kaya şöyle der: “Yavaş yavaş çözüldü kafamda, olmuyordu bir türlü, [...] neden yazamıyordum, bırakıyordum kalemi... Hikâyenin merkezine ikimizi oturtmaya çalışıyordum çünkü, oysa Nedim’le Nilgün’ün hikâyesiydi bu, biz onlara yol açan ara kahramanlardık” (254). Arkadaşıysa ona şöyle yanıt verir: “Öyle de olsa, fimde biz parlıyoruz” (254). Bu hikâyede ışığın yine yoksullarla ilişkilendirilmesi önemlidir. Ayrıca, hikâyede Kaya’nın yoksul olduğu anlaşılan ailesinin sağır ve dilsiz olduğunun belirtilmesi (253) de dikkate alındığındaa, Muinar’ın ötekinin, yoksunun ve dilsizin tarihinin, yine ötekinin dilinden yeniden yazılmasına dair bir çabayla son bulduğu söylenebilir. Muinar’da egemen olmanın ve egemenlikten yoksun olmanın son izleği, zenginlik ve zenginliğin elinde araçsallaşan ve sesinden mahrum bırakılan yoksulluk izleğidir. Peki doğa ile yoksulluğun nasıl bir ilişkisi vardır? Val Plumwood bu konuda şöyle söyler:
Ortak nehirlerden kana kana içtiğimiz bedava su, ortak soluduğumuz hava her geçen gün yaşamımızı sürdürmemiz için daha da elverişsiz hale gelirken, sağlıklı bir yaşam için gerekli olan biyosferik araçlar giderek özelleştirilerek, onlar için para ödeme lüksüne sahip olanların ayrıcalığına dönüşmektedir. Kaybedenler ise, ellerinde piyasa gücü olmayan ve insandışı varlıklar olacaktır, çevre meseleleriyle adalet meseleleri hızla birbirine yaklaşmaktadır (25).
Doğa üzerinde iktidar kuran, sınıfsal, cinsî ve etnik açıdan diğer grupları ötekileştiren efendi kimliği karşısındaki durumları itibariyle bütün yoksunlar eşitlenir. Sema Aslan’ın kendisiyle yaptığı bir söyleşide Latife Tekin şöyle der: “Ben kadınlarla yoksulları aynı kefeye koyarım. Kadınlar da yoksuldur, tıpkı gençler gibi. İktidar, para ve güç erkeğin elinde çünkü”. Bu anlamda, Latife Tekin, doğa ve kadını temel aldığı bu kitapta, farklı politik meseleler ve ilk bakışta birbirlerinden kopuk ve birbirleriyle ilişkisiz olduğu düşünülülebilecek olan çok sayıda izlek üzerinden ve kitabını yoksulluk izleğiyle bitirerek, aslında kadınları, doğayı, fakir halkları da içeren bir adalet sorununa eğilmiş olur. Bütün bu izleklerin, farklı görünümlerde ortaya çıkan ancak benzer şekilde işleyen tahakküm ilişkilerini imlediği ve bu anlamda da, metnin temel izleği olan, erkeğin kadın ve doğa üzerindeki tahakkümü ile ilişkilendirilebildiği görülür. Yine bu çerçevede, Elime’nin “Balkonlu Ev” başlıklı hikâyesiyle yoksullara ses vererek yaptığını, Latife Tekin’in Muinar’la yaptığı söylenebilir. Farklı tahakküm ilişkileri içerisinde ötekileştirilen ve sesini yitiren doğaya, kadına ve yoksula “ışık diliyle” ses vererek adalet sorununa, ötekinin kendini dile getirmesi çözümünü sunmuş olur.
Sema Aslan’ın kendisiyle yaptığı söyleşide, Latife Tekin şöyle der: “Kadınların tarihi reddetmeleri gerekiyor çünkü tarihi kadınlar değil, erkekler yazdı. Tıpkı yoksullar gibi, kadın da tarihsiz”. Peki kadının tarihi nasıl yazılabilir? Latife Tekin, aynı söyleşide, kadının dilinin masal, şarkı, sessizce soluklanma dili olduğunu belirterek “[k]adınların dili, dünyanın diline yakın bir dil, yağmur, şimşek grubundan, o dille yazdım” diye söz eder Muinar’dan. Bu anlamda, kitapta Muinar’ın mırıldandığının (19), sayıkladığının (11), fısıldadığının (36) belirtilmesi de önem kazanır. Ayrıca Muinar’ın, oldukça uzun, birbirlerine virgüllerle bağlanan, yazı dilinden çok konuşma diline yakın tümcelerle ve imgelere öncelik veren bir dille kurulmuş olması da yeni bir dil oluşturma çabasının izleridir. Muinar, tıpkı Elime’nin Muinar’dan “ışık dilini” öğrendikten sonra yazdığı “Balkonlu Ev” için söz konusu olduğu gibi, kendi tarihinden yoksun olan ve başkasının tarihinde araçsallaşan, nesneleşen kadının, kendisiyle birlikte tahakküm altına alınan doğa ve yoksullarla, yani bütün yoksunlaştırılan insanlarla birlikte, yeni bir dille, alternatif tarihinin, yeni ve kendine özel bir dille yeniden yazımı olarak okunabilir.
Kaynaklar
Arpa, Yasemin. "Latife Tekin: ‘Muinar’ bir çığlık." NTV-MSNBC. 11 Ocak 2007.
<http://www.ntvmsnbc.com/news/396678.asp>. 13 Mayıs 2007.
Aslan, Sema. "Başlıksız." Radikal Kitap. 01 Aralık 2006.
<http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=5824>. 13 Mayıs 2007.
Aslan, Sema and Latife Tekin. "Tekin'den bir kadın manifestosu." KAOS GL.
<http://www.kaosgl.org/node/751>. 13 Mayıs 2007.
Kaygusuz, Sema and Latife Tekin. "Yazar Soruyor Yazar Yanıtlıyor." Radikal. 11 Ocak 2007.
<http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=209695haber.php?haberno=209695>. 13 Mayıs 2007.
Özer, Pelin. Latife Tekin Kitabı. İstanbul: Everest Yayınları, 2005.
Plumwood, Val. Feminizm ve Doğaya Hükmetmek. İstanbul: Metis Yayınları, 2004.
Tekin, Latife. Muinar. İstanbul: Everest Yayınları, 2006.
Yazar Yazara. Latife Tekin, Sema Kaygusuz. Sky Turk, İstanbul. 9 Şubat 2007.
#muinar #öyküözer #öyküterzioğlu #öyküterzioğluözer #türkedebiyatı #türkromanı #türkdiliveedebiyatı #eleştiri #edebiyateleştirisi #edebiyatkuramı #ekofeminizm #latifetekin #ValPlumwood #kocakarı #semaaslan #meryemalgan #semakaygusuz #FrançoisedEaubonne #doğa #kültür #akıl #medeniyet #cinsiyet #tahakküm #ırkçılık #sömürgecilik #cinsiyetçilik #Doğu #Batı #çizgiselzaman #döngüselzaman #emperyalizm #pelinözer #latifetekinkitabı #yoksulluk #alternatiftarih
コメント